MEZARLIKLAR KENTİ - Gizli İlimler
  Kalp Atışları Zamanı Belirliyor
 

Kalp Atışları Ömrü Belirliyor

Bilinen resmi kaynaklara göre, en uzun yaşamış insanlardan birisi 115 yaşında ölen bir İngiliz kadındır, bu yaşa bilim tarafından üst tavan kabul edilir yani insanın yaşayabileceği en uzun süre 115 yıl civarıdır. Diğer canlı türlerine geçelim; ağaçlar hariç tabii çünkü onlar çok yavaş yaşıyorlar ve hareketsizler yani aktif bir yaşama sahip değiller. Balıklar için yapılan araştırmalar sürüyor; bilim gerçek anlamda yaşlanarak ölen bir balık ömrünü henüz kesin saptamış değil; bir bilimsel araştırmaya göre balıklar yaşlanmıyorlar; nitekim, birçok efsanede çok yaşlı balıklar vardır, bir Kelt yazmasında 200 yıldır aynı gölde yaşayan bir balıktan söz edilir. Deniz canlılarının en uzun ömürlü canlısı 200 yılın üzerinde yaşayan Galapagos kaplumbağalarıdır ve onlar da çok yavaş hareket eden hayvanlardır. Papağan veya kuğular gibi... Bu araştırmaya göre zeka, yaşlanmayı hızlandırmaktadır. Fil fareden daha uzun yaşar ama tüm bunlara rağmen insanın avantajı yine zekasıdır çünkü yüz yaşına gelmiş bir insan, diğer tüm uzun ömürlü canlıların ölümlerine tanık olur zira zekasıyla yaşamayı bilen ve doğanın sayısız ölüm nedeninden olabildiğince kurtulmayı beceren tek canlı türüdür. Ama yine de, İnsanoğlu´nun yaşamı yüz yılı aşamaz, bunun bir nedeni de duygusallığıdır... Fiziksel boyut, metabolizmayı etkiler bunun göstergesi kalp atışlardır; ortalamalara bakarsak, farenin kalbi dakikada 590 defa çarpar, köpeğinki 95 defa, insanınki 72 defa, filin kalbi ise dakikada 30 defa çarpar. İşte, ömrün zaman ölçüsü buna bağlıdır yani fizik zaman ve yaşam düzenimiz, kalp ritmi ile ilişkilidir ve sır burada saklıdır; Aslında insan yüz yaş civarında öldüğü zaman, kalbi çarpan diğer tüm canlılardan çok daha uzun yaşamıştır yani kalbi en çok sayıda artmıştır çünkü diğer çok uzun ömürlü canlılar, bir nedenle hatta çoğu zaman insanın elinde çoktan ölmüşlerdir. Acaba kalp çarpma sayısı bize yaşam ve zaman ölçüsü belirlenmesi yolunda ışık tutabilir mi? Doğum zamanımızı gerçek olarak bilemiyoruz; Çünkü gezegenimizin zaman düzenini çözebilmiş değiliz; hatta bu sırrı çözsek dahi sanki uyum sağlayamayacağız. Önümüzde çok uzak ufuklarda, sisler içinde olsa dahi, evrensel bir formül gözüküyor sanki; madde kütle artıp, zeka azaldıkça yaşam süresi uzuyor ama madde küçülüp, zeka arttıkça yaşal süresi azalıyor, peki acaba maddeyi iyice küçültüp, zekayı çok ilerletirsek? Ama bu henüz ham hayal... Ama madde ötesinin ve sonsuz yaşamın sırrı galiba bu yönde; sadece bir varsayım olarak tabii...

R Kompleksi´nin sırrı...

Gerçekte, zamanı kalp atış sayısı belirliyor; bu sayıyı belirleyen yer ise beyin kökü ve onu örten R Kompleksi; kalp atış sayısı ve solunum düzeni buradan yönetiliyor; töresel duygularımız, saldırı iç güdümüz, toprağa bağımlılığımız ve sosyal hiyerarşi anlayışımız buradar doğuyor; bu sistem milyonlarca yıllık bir gelişim sonucunda bu hale gelmiş ve hala gelişmekti. Evrensel programcı programı böyle yazmış gibi... R Kompleksi, kalbimizin kaç kez çarpacağını belirliyor, ortama göre ayarlıyor hatta biliyor ve alınyazısı anlayışı da buradan kaynaklanmakta. Gerçek zamanını ve yaşını bilemeyen bizler, ölümle her an yüz yüzeyiz; dinsel ve felsefik dogmalar sonucunda varlığımızın nedenlerini dışımızda arıyoruz ama sır kendimizde saklanıyor; gece olduğunda çevresine göremeyen ve korkan ilk insan, bir kovuğa saklanarak uyumayı seçti ve evrim bu seçimi işleyerek metabolizmamızı belli bir süre için uykuya mahkum etti. Tersi de olabilirdi veya gecenin olmadığı bir gezegende yaşayabilirdik, kimbilir nasıl bir canlı türü olurduk? Uyku zamanı acaba kalp ritminin değişimi nedeniyle nasıl değerlendirilmeli? Çünkü uyurken yaşamımız yavaşlıyor, o dinginliği uyanıkken yakalayabilsek nasıl olurdu? Meditasyon, yoga gibi yöntemler bize bunu bir oranda sağlayabiliyorlar ama zararlı etkilerden ve alışkanlıklardan korunmak şartıyla. Buna karşın, çok üstün zekalı insanların çok az uyuyarak, ömürlerini bitirdiklerini görüyoruz, içlerinde çok kısa veya çok uzun yaşayanları var ama süre ne kadar olursa olsun, onlar yaşamlarına birkaç bin hatta bazen milyon insanın yapamayacaklarını sığdırabiliyorlar. Yukardaki araştırmaya göre beynin yeterli bilinç düzeyinde olması, R Kompleksi´ni etkileyip yeni süreçler yaratıyor. Eğer böyleyse, doğasal kirlenme de dahil olarak, yaşamsal kirlenmeden uzaklaştıkça yaşam süremiz değişebilir. Neye göre mi? Takvime göre değil tabii ki, çünkü değişen beynimizdeki yaşam süresidir ve zamanın gerçek ölçüsü beynimizdedir. Gerçek yaşımızı asla bilemeyeceğiz, bu süreç R Kompleksinde yazıyor ama biz onu okumayı henüz bilmiyoruz, aksine ölümü çabuklaştırmanın yollarını daha iyi öğreniyor ve her geçen an ölüme daha çok koşuyoruz aynen kelebeğin ışığa koşması gibi...

İçimizdeki ve bir parçası olduğumuz dışımızdaki kozmik zamana göre, belki bin, belki de bir yaşındayız; bunun önemi pek yok; varsın takvimler olsun; aslında takvimler dünyasal ihtirasların göstergesi olarak çok işe yarıyorlar; varsın öyle kalsınlar. Bilim fiziksel yıpranmayı yavaşlatmaya uğraşırken, bir yandan da daha çok ve daha hızlı öldürmenin yollarını da arıyor. Bu çelişki arenasında, yaşımızın fazla önemi yok sanki, en iyisi takvim kaosundan uzaklaşarak, arzuladığımız yaşı maskara olmadan hissedip yaşayabilmek. Sonuçta zamanı biz belirliyoruz; ölerek ve öldürerek...
 

 
 
  Bugün 27 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol